31 Ekim 2016 Pazartesi

NORVEÇ FİYORDLARINDAN PULPİT ROCK'A


Danimarka'dan sonraki durağımız olan stavanger’i bir an önce yazmalıyım diyorum.  Zira zihin nankör diye boşa dememişler. Bu arada Kopenhag yazıma buradan ulaşabilirsiniz efenim :)

Niyetimiz Kuzey ışıklarının büyüleyici atmosferine kendimizi bırakmaktı fakat Temmuzun ortasında geldiğimiz için bu hayalimizi bir süreliğine rafa kaldırmak durumunda kaldık. 


Stavanger’e geliş sebebimizi az çok anlamışsınızdır. Resimlerde görüp de hayal bile edemeyeceğimiz büyülü bir tepe Pulpit rock, kaf dağı misali…

Bundan aylar önce gezi sayfalarını karıştırırken rastladım fotoğraflarına sonra dedim ki “ hadi canım böyle bir yer var mı gerçekten! “ benim için hayal ürünü olan bu yerde kendimi gördüm diyebilirim. Demek o kadar içten istemiştim gitmeyi. Velhasıl kelam kısa bir tatil molasında, rotamızda olan stavanger’e gelmişken bu devasa kayaya tırmanmadan geri dönmek olmazdı.

Norveç’in 4. Büyük şehri stavanger Lyse fiyordunda bulunan Pulpit rock sayesinde binlerce turisti ağırlıyor. Yılda 200 bine yakın turist bu bölgeyi ziyaret ediyor. Nitekim bunu yolumuz üzerindeki kalabalık insan yığınından anlayabiliyoruz J



Preikestolen’e gitmek için önce feribot sonra bir otobüse binip parkur başlangıcına varmanız gerekiyor. Feribot’un kalktığı iskeleden hem feribot hem de otobüs biletinizi gidiş-dönüş alabilirsiniz. Bilet fiyatı 240 Norveç kronu bu da tahmini 30 euroya tekabül ediyor onu da türk parasına çevirince beyin yanıyor :) Şaka bir yana en zorlandığımız şeylerden biri olsa gerek tüm kuzey boyunca para birimlerini çevirmekten devreler bir süre sonra yanıyor çünkü her ülkenin para birimleri farklı. Biletlerimizi aldıktan sonra feribota biniyoruz yaklaşık 50 dakika süren yolculuğumuzda priz ve internet bulunmaz bir nimet oluyor. Ama arada bir kafamızı kaldırıp manzaranın tadını çıkarmayı da unutmuyoruz. 


Feribottan otobüse transfer oluyoruz. İndiğiniz yerin önünden Preikestolen’e giden otobüsler orada sizi bekliyor 25 dakika süren yolculuktan sonra alana varıyoruz. Preikestolen beni şaşırtıyor açıkçası geldiğimiz yolları göz önünde bulundurduğumda ıssız, dağ başı, kimsenin olmadığı, arabaların çok sık geçmediği yerlerden geçmiştik. Alanda ise müthiş bir kalabalık karşıladı beni. İnsanlar arabalarıyla, karavanlarıyla gelip konuşlanmış hatta çadır bile kurmuşlardı. 2 km yolumuz olduğunu ve 2 saatte çıkabileceğimizi söylediklerinde “hah, 45 dakikada çıkarız oraya” demiştim. Sözümü geri alıyorum :) Zira çok yüksek bir tepe olduğunu unutmayalım. Resmen bir trekking alanı hem de 604 metre yükseklikte.


Çıkarken yorucu ve bir o kadar da meşakatli bir yol olduğu aşikardı. Fakat bu tür maceralar, biz sergüzeştperestler için hayatı dolu dolu yaşamanın diğer bir adıydı.





Tırmanışa başladığımız andan itibaren gözümün önünde beliren manzaralara inanamamakla birlikte nasıl bir sevinç duyduğumu şuan bu satırları yazarken bile hissedebiliyorum. 2 saatin hızla geçtiğini söylemeden edemeyeceğim. Arkadaşlarınızla muhabbet ede ede, doğanın tadını çıkara çıkara varış noktasına ulaşabilmeyi beklemek. Biz biraz akıllılık edip pulpitrock’a çıkmadan altındaki ufak kayalık var fiyordları komple gören ilk oraya çıkıp güzel fotoğraflar yakaladık kimsenin olmadığını fırsat bilerek. Çünkü tüm kalabalık pulpitrock’taydı. 


Tam geldim işte diyorsunuz bi ufak kayalık daha biraz daha derken evet işte zirvedeyiz.



*Zirveye tırmanırken göreceğiniz manzaraların tadını çıkarın.
*Fotoğraf makinanız değil de zihninize yerleştirin bu fotoğrafları.
*Zipline noktaları var çıkarken görebileceğiniz mutlaka deneyin derim. Bizim zaman sıkıntımız olduğundan yapamadık, içimde bir uktedir.
*Zirveye vardığınızda ise uzun uzadıya zaman geçirin keyfini çıkara çıkara. Çıktığınıza değsin ha deyince gidilen biyer olmadığı unutulmamalı ;)


Sevgiler bu eşsiz Norveç fiyordlarından...

6 Eylül 2016 Salı

KOPENHAG’DA BİR KÜÇÜK DENİZ KIZI


Kuzeyin ennn soğuk ülkeleri ennn sevdiklerim eeee bende gitmeden edemezdim. Blog açmamdaki en büyük etken iskandinav ülkeleri. Yeni yerler görmek, farklı dünyalar keşfetmek beni oldum olası heyecanlandırmıştır. Bir de bunları yazarak paylaşmak heyecanımı kat be kat artırdı dostlar.

Kopenhag yollarında


Hollanda'dan geçtiğimiz Hamburg üzerinden rotamızı kopenag’a çeviriyoruz. Hollanda Giethoorn yazısına buradan ulaşabilirsiniz.
20 dakikalık bir gemi yolculuğu sonrası Danimarka’ya geçiyoruz ve sonra ver elini Kopenhag nam-ı diğer Kophenhagen.


Nyhavn Bölgesi




KOPHENHAGEN HAKKINDA...

Vikinglerin atası, İskandinav ülkelerinden biri olan Danimarka’nın başkenti Kopenhag. Nüfus’u 1 buçuk milyona yakın ve %95’i Hristyan. Ana dili danca, kuzey ülkelerindeki diller hemen hemen birbirine benzer. Para birimi Danimarka Kronu Avrupa Birliğine üye olmasına rağmen kendi para birimini kullanmaktadır. Bu da turistleri epey bir zorluyor bana sorarsanız. Denizkızı masalını duymuşsunuzdur. İşte Meşhur masal yazarı Andersen Danimarkalıdır. Denizkızına da sıra gelecek...

İskandinav ülkeleri hakkında; Soğuk havanın insanlara yansıdığı ve kopenhag’da yaşayanların hep soğuk sevimsiz ve bencil olduklarını işitmiş olabilirsiniz lakin buraya gelip önyargılarınızı kırın. Çünkü anlatıldığı gibi değil aksine sıcakkanlı ve yardımsever, sorulan sorulara güler yüzle cevap vermeleri bu algıyı bende değiştirdi. 

Sokak Sanatçıları


KOPENHAG İÇİN ÖNERİLER

Biz akşam vakti geldik ve ardından kendimizi dışarıda bulduk. Çünkü kopenhag halkı ve gelen turistler bu şehirde eğlenmeyi fazlasıyla biliyorlar. 
Sokak Sanatçıları





TİVOLİ BAHÇELERİ


İlk olarak durağımız Tivoli. Kopenhag’ın merkezinde bulunan, 1843’te kurulan Tivoli bizim bildiğimiz Lunaparlaklardan ve eğlence merkezlerinden biraz farklı. İçinde parktan bahçeden farklı olarak 150’ye yakın konser alanı ve binlerce çeşit ve güzellikte çiçekleri ve ağaçları barındırıyor. Ayrıca restaurantlar, cafeler ve açık hava tiyatroları da cabası. Gündüz gözüyle bu güzellikleri görmenizi tavsiye ederim, akşamları da çeşitli ışık gösterileri tiyatro ve konserlere şahit olabilirsiniz. Kopenhag’ın Stroget Caddesinin başında bulunan bu eğlence merkezine giriş 25 euro grup ile giderseniz fiyat 20 euroya kadar düşebiliyor. Tabi içeride katılacağınız her aktivite ve bineceğiniz oyuncaklarda ücretli. Gelmişken buraya girmeden dönmeyin.

Tivoli



STROGET CADDESİ – STRØGET STREET

Kopenag’da bu cadde, bizim istiklal caddesi gibi... Bütün ünlü markaları burada bulmanız mümkün. Bunun yanı sıra yerel oyuncakları, özellikle lego, Danimarka askeri ve trolleri sıkça görüyorsunuz. Strøget caddesi sokak sanatçıları için de oldukça popüler ve izlemek o kadar keyifli ki :) Ayrıca bisiklet kiralayıp şehir turu yapabilirsiniz rent bike dükkânları epeyce fazla burada. Bu cadde üzerinde bir de Türk lokantaları bulabilirsiniz. Biz tesadüf eseri girdiğimiz Samos Restaurant’ta Türk çalışanlara rastlayınca şaşırmıştık. Kopenag’ın refah seviyesinin bayağı yüksek olduğunu ve yaşanabilecek güzel şehirlerden olduğunu öğrendik. Özellikle öğrenciler için oldukça ideal. Bu cadde akşamları da renkli girdiğimiz mekânların çoğunda yerel müzik yapan gruplar çalıyor seveceğinize eminim. Biz bu caddenin hemen üstünde Dubliner irish pub’ı çok beğenmiştik. Gidenlere tavsiyemiz olsun. Biralar 9 euro yemekler ise 20- 30 euro civarında. Refah seviyesi yüksek demiştik bu yüzden fiyatlar buralara göre normal Türk Lirasına çevirmeyin sakın.

Stork Çeşmesi



ROUND TOWER – RUNDETÅRN

Bu kule 17. Yüzyılda gözlem evi olarak tasarlanmış fakat şimdilerde turistlerin gözde mekânlarından biri. Tepeden manzara oldukça şahane. Kopenhag’ı kuşbakışı izlemek isteyenler buraya mutlaka uğramalı. 25 kron (4euro) gibi bir ücret ödeyip kuleye bayır yukarı tırmanıyorsunuz. Çıkarken çeşitli sanatsal sergiler bulabiliyorsunuz.
Round Tower


NYHAVN BÖLGESİ

Gelelim turistleri en çok çeken Kopenhag’ı Kopenhag yapan bölgeye: Nyhavn’a . Bu bölgeye araştırmadan geldim daha doğrusu yaptığım araştırmaların hepsini bir otelde unuttuktan sonra rehberimin kaybolması Kopenhag ile ilgili bağımı koparmaya yetti. Bu renkli evleri, tekneleri,  onlarca restauran&pub ve cafeleri gördükten sonra Nyhavn’a aşık oldum diyebilirim. İnsanlar öyle mutlu ki! Zaten yapılan araştırmalara göre dünyada en mutlu millet Danimarkalılarmış nedenini buraya gelince anlıyorum. Burada yaşayabilirim. Neşeli insanlar, sokak çalgıcıları, mutlu somonlar :) Gelmişken renkli evleri aynı açıdan bir fotoğrafını almadan gitmeyin...
Nyhavn Bölgesi




GEFİON ÇEŞMESİ

Kopenhag’da bulunan bu güzel heykelin hikayesi bir mitolojiden geliyor. Tanrıça Gefion ve onun öküze çevirdiği 4 oğlunun toprak sürdüğü bu yapıda efsaneye göre Tanrıça Gefion, İsveç topraklarını resimde gördüğünüz gibi saban ile sürdüğü sırada bir toprak parçasını kaldırmış ve toprak parçasını denize fırlatmış. Bu fırlattığı parça ise şuan Danimarka topraklarının bulunduğu Zealand Adası. Kopenhag'da bulunan bu çeşme Küçük denizkızı heykeline giderken yolunuzun üzerinde karşılaşacağınız konumda. Denizkızına giderken buraya uğramayı unutmayın. Bu yapı beni çok etkilemişti. Hikâyesi ve mimari yapısı tarihte yolculuk yaptırır nitelikte.
Gefion Çeşmesi

VEE GELELİM LİTTLE MERMAİD - KÜÇÜK DENİZKIZINA
Kopenhag'da bu küçük denizkızı heykelini görmeye 1 milyon turist gelmekteymiş. Geldiğinizde turistlerin kalabalığından nerde bu denizkızı diyebilirsiniz. Çünkü gerçekten “küçük denizkızı”, hem de görmekte zorlanacağınız :) Bunun için mi geldim demeyin her şeyin bir hikâyesi olduğu gibi bunun da bir hikâyesi var. Demiştim ya hikayeleri severim diye,
Meşhur Danimarkalı Masal yazarı Hans Christian Andersen Der ki;
Rivayetlere göre denizkızı bir prense âşık olur ve insan olmak ister. Büyücü denizkızını insana çevirir ama prens onunla evlenmezse bir deniz köpüğüne dönüşecektir. Prens onunla evlenmez ve bu küçük denizkızı köpüğe dönüşerek Baltık Denizlerinde kaybolur...
''Küçük Deniz Kızı'' masalından...



Little Mermaid- Küçük Denizkızı






Christiansborg Sarayı
  

Opera Binası
Amalienborg Sarayı

14 Ağustos 2016 Pazar

SİVAS'TA “Ne var” DEMEYİN…

Günlerden birgün iş dolayısıyla Sivas’a gitmek zorunda kaldım ve dedim ki Sivasta, “ne var” hiç gitmediğim ya da oralar hakkında pek bir bilgiye sahip olmadığım için Sivas’a karşı önyargılarım vardı. Bakmayın https://www.instagram.com/munzevigezgin/ hesabımda gezdiğim farklı ülkelerin fotoğraflarını paylaştığıma ben aslında tam bir memleket aşığıyım. Türkiye’de gezmediğim sayılı yerler kaldı. Sivas da bunlardan biriydi. Yazmaya geç başladım o ayrı...

Otobüs yolculuğu yaptık malum. Yozgattan itibaren düz bir arazı ve sarının kahverengiyle harmanlandığı bir manzara bizi karşıladı. Beklentim o zamana kadar hep 0’dı. Ta ki Sivas'ı görene kadar. İlk gün yorgunluğunu üzerimizden attıktan sonra başladık 3 gün sürecek serüvenimize.


İlk durağımız Cumhuriyet Üniversitesinin hemen yukarısında bulunan “Kardeşler Tepesi” . Bu coğrafyada anlatılan efsaneler beni hep heyecanlandırmıştır. Nitekim bu tepenin de bir hikayesi var. <Bu coğrafyada çiftçilik yapan iki kardeş eşkıyaların şerrinden korunmak için birbirlerinden ayrılmak zorunda kalırlar ve birbirlerine söz verirler ‘bir daha buluşursak taş olalım’ Aradan yıllar yıllar sonra kendilerini kurtarıp birbirlerinden habersiz bir hayat kurar yaşamaya devam ederler. Günün birinde Kızılırmak kenarında karşılaşırlar birbirlerine verdikleri sözü unutup ve ikisi de oracıkta taş olurlar> Yakın zamana kadar burada bulunan tepeler insan şeklinde imiş fakat gel zaman git zaman doğa olayları ve hava muhalefetlerinden mütevellit tepelerin insana benzer yanı kalmamış. O zamandan beri buranın adı ‘Gardaşlar Tepesi’ olarak adlandırılır olmuş.





Öğleden sonraki durağımız Sivas çarşı. Tarihi görebileceğiniz bütün yapıtlar Sivas'ın merkezinde. Lakin Divriği Ulu Cami’yi göremeden döndüğümüzü üzülerek söylemeliyim. İki buçuk saat uzaklıkta olan bu sanatsal tarihi, şuan tadilatta olması sebebiyle ziyaret edemedik. Ama gözümü doyuracak kadar tarihi yapıyı neredeyse gördük diyebilirim.

Buruciye Medresesi
1271 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı 3. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yaptırılan Buruciye Medresesi yahut diğer adıyla Hacı Mes’ud Medresesini geziyoruz. Uzun yıllar devrin pozitif ilimlerinin okutulduğu bina halen ilk günkü ihtişamını korumakta. İçeriye girerken müthiş bir taş oymacılığı gözümüze çarpıyor. Selçuklu dönemine ait bu eserde Yıldız, Rumi ve geometrik motifler bir dantel gibi işlenmiş adeta.  İçeri girdiğimizde Medreseyi yaptıran Muzaffer Burucerdi ve iki çocuğunun türbesi hemen solumuzda kalıyor dua etmeden geçmiyoruz. Buruciye ismini Muzaffer Burucerdi’den aldığını da söylemeden geçmeyelim. Avluda beni şaşırtan hasırdan masa ve sandalyelerin olması ve burdaki yaşlı amca ve teyzelerin oturup bu tarihi yapıda soluklanmaları oldu. Kıskanmadım değil doğrusu. Ayrıca Avluda bir bölüm bulunuyorki yapının içi oyularak odalar oluşturulmuş ve bu odalarda kadın erkek ayrı dinlenme odaları fetva odaları bulunuyor. Kafanıza takılan dini bir soru olursa burada cevabını bulabilirsiniz.


Şifaiye Medresesi
1217 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı 1. İzzeddin Keykavus zamanında yaptırılan Şifaiye Medresesi darüşşifa olarak yapılmış fakat Osmanlı döneminde ise medrese olarak kullanılmış. “dârü’s-sıhha” olarak adlandırılan yapı dünyanın günümüze kadar gelebilen en eski hastanelerinden biri olma özelliğini korumakta. Araştırmalarım neticesinde ulaştığım bu bilgiler ışığında gezmeye devam ediyorum. Medresenin avlusuna girerken bir çok hediyelik eşya satan yerlere rastlıyoruz. Özellikle Sivas Kangal figürlerini heryerde görebilirsiniz. Tabi almadan geçmiyoruz. Avluya girdiğimde ortada bir süs havuzu ve bir bir işlenmiş taş figürler bu şahesere hayran olmamak  elde değil.


Çifte Minareli Medrese
Şifaiye Medresesinin hemen karşısında bulunan Çifte minareli medreseyi geziyoruz. Burası da yine 1271 yılında Anadolu Selçuklular zamanında yaptırılmış fakat günümüze kadar medresesi gelememiş bir şaheser. Kaynaklarda "Selçuklular dokudu Osmanlılar korudu” yazıyor ne acı ki “biz günümüz insanları da kafeye çevirdi” diye arkasına eklemek istiyorum. Çifte Minareli Medresenin medresesi yıkılmış, sadece doğu yönündeki iki minarenin bulunduğu asıl cephesi ayakta kalmıştır.


O kadar ülke gezdim farklı kültürler tanıdım ve içlerinde tarihine sahip çıkmayan bir bizi görüyorum. Farkındalık yaratmak istiyorum gelecek nesillerin tarihine, kültürüne, ananelerine sahip çıkmasını istiyorum. Çünkü bizim kültür kadar çeşitli, tarihimiz kadar geniş başka bir millet daha yok.
Gelelim Sivas’ın meşhur köftesine. Sivas’ın kalabalık bir caddesi var bu cadde üzerinde bulunan Meşhur Kirli Ahmet Köftecisine giriyoruz.


Ustayla biraz sohbet ediyorum. Abi diyorum bu köfteyi meşhur eden şey ne? Benim diyor :) inanıyorum çünkü bu kadar lezzetli bir köfteyi en son nerde ne zaman yedim hatırlamıyorum. Porsiyonu 16 lira yanında mezesi ve cacığı da geliyor. Zaten bir porsiyon köfte doymanıza yetiyor.



Gürün- Gökpınar
Sivas’ın 2 saat uzağında bulunan Gürün ilçesine gidiyoruz. Yerel bir rehber’in “sizin ülke dediğiniz yere biz mahalle diyoruz” cümlesi bizi gülümsetiyor. Sivas gerçekten büyük bir yer ilçeleri de bir o kadar uzak. Sivas’ta Gökpınar diye bir yerin varlığından habersiz ben 2 saat kurak yerleri aşıyoruz. Nereye gidiyoruz diyorum bu kadar saat ne var acaba merak ediyorum. Gökpınar’a varıyoruz. Aman Allahım gözlerime inanamıyorum bu gerçekmi!!

GÖKPINAR GÖLÜ


Cennete mi düştük nedir. Soruyorum rehbere bu gölün rengi neden bu kadar berrak göğün renginden diyor adından anlaşıldığı gibi ‘Gökpınar’. Sivas’ta Sıcağın yakıp kavurduğu bu havada böyle bir göl beklemiyordum açıkçası. Yer altı kaynak sularından oluşan bu göl de bir çok balık da yaşamakta. Göle dikkatli baktığımda yer yer kabarcıklar çıktığını görüyorum yeraltından sızan sular olduğunu söylüyorlar. Daha fazla anlatmıyorum, resimler bunun kanıtı:) 


Saatlerimizi geçirdiğimiz Sivas Gökpınar’dan Şuğul Vadisine geçiyoruz. Kocaman kayalıkların arasından korkulukların bulunduğu bir yürüyüş parkurundan geçiyoruz. Vadi alabildiğine uzun ve yüksek kayalıklardan oluşuyor. Vadinin aşağısı nehir ve ufak bir gölden oluşuyor. Girişte bu sularda beslenen Alabalıklar görüyoruz. Su o kadar soğuk ki içinde 1 dakikadan fazla bir süre yüzemiyorsunuz. Burayı gördüğümde bana ilk başta kapadokyayı anımsattı. Fakat her yerin farklı kendine has bir güzelliği olduğu aşikar.




























Sivas’tan bu kadar bahsettik ben bile bu kadar şey yazacağımı beklemezken daha anlatmadığım ve gidip görmeniz gereken yerlerde yok değil.
-Abdulvahabi Gazi Cami
-Sivas Şehitler Müzesi
-Sivas Arkeoloji Müzesi
-Sivas Kalesi
-Sivas Ulu Cami
-Sivas Konakları
-Sivas Kongresi İnkılap müzesi

Bana bıraksanız Sivas’ı sayfalarca anlatabilirim, eee bir tarih anlatıyoruz burda yaz yaz bitermi!


GÖKPINAR SİVAS



BURUCİYE MEDRESESİ

SİVAS KONAKLARI








































26 Temmuz 2016 Salı

CENNETTEN BİR KÖŞE: GİETHOORN KÖYÜ


     Gezdiğin yerler arasında seni en çok büyüleyen yerler hangileri oldu diye sorsalar şüphesiz Giethoorn’u bu sıralamada ilk 3’e koyarım. Böyle güzel böyle etkileyici bir yerin varlığından haberi bile olmayan ben, çıktığım bir macera sonucunda Giethoorn ile tanışıyorum.



hobbit köyü





     Giethoorn’a gitmeden önce tabi ki bende ufak bir araştırmaya giriştim fakat burası ile ilgili pek fazla bilgiye ulaşamadım yalnız resimleri beni cezbetti diyebilirim.
      Amsterdam Central Station’dan 2 buçuk saate yakın bir tren yolculuğu ile steenwijk’e oradan da Otobüsle yapacağınız 15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra Gieethorn a varıyorsunuz.

     Giethoorn güzelliğini ve doğallığını kaybetmemiş olması ile dikkat çekiyor burada yaşayanlar ulaşımı daha çok kanallardaki tekneyle sağlıyorlar. Tabiki gelen binlerce turisti de düşünecek olursak kanal trafiği epeyce yoğun. Ya da isterseniz bisikletle gezebilirsiniz. Çünkü bu köy de Amsterdamdaki gibi kanalları köprülerle birbirine bağlayarak ulaşımı kolay hale getirilmiş. Tekne, bisiklet ya da tabana kuvvet :)

Giethoorn Kanal Trafiği

     Biz Giethorn’a vardığımızda ilk yaptığımız şey tekne kiralamak oldu. Kişibaşı 6 euro vererek teknemize bindik. 6 kişi teknemizde ufak bir tatile çıkmış gibiydik. Teknenin dümeni sizde ‘kendi geminizin kaptanı olmanız’ deyimini burada gerçekleştiriyoruz :) Elinize alıyorsunuz haritaları ve haritadaki güzergâh boyunca ilerliyorsunuz. Tabiki bizde haritaları aldık ve usul usul bu güzelliklerde ilerlerkennnnn kaybolduk :) 





Kısıtlı bir zaman ayırarak geldiğimiz bu köyde tekneyle kaybolmak ise paha biçilemez bir duyguydu benim için. Düşünsenize herkes bir panik halinde diğer rotamıza geç kalacağız diye, bense elimde fotoğraf makinem böylesi doğa harikasının tadını çıkarıyorum. Ne de olsa her zaman böyle yerleri görme fırsatı geçmiyor elimize. Ufak tefek ama bir o kadar da şirin evleri, orda yaşayan insanların kendine özgü dekorları ve buram buram gelen waffle kokuları sizi burada yaşamaya imrendirmekten öteye geçebilir. 



Resimlerimiz kendi mamulümüzdür efenim:)


Giethoorn için yaz aylarını öneriyorlar. Temmuz Ağustos mevsimleri nefis bir manzarayla karşılaşmanızı sağlıyor. Biz Temmuz ayında gittik güneş hafif hafif sırtımıza vururken ufaktan bir esintide içimizi ferahlatmaya yetti. Tabiki hazırlıklıydık termosumuzda kahvemiz taşınabilir müzik kutumuz ve fotoğraf makinemiz bu manzarayla harmanlanınca değmeyin keyfimize. Ayrıca yaz aylarında Giethoorn’da çeşitli festivaller de yapılıyor ama biz ne yazık ki bu festivalleri göremedik.






























Giethoorn’a gelip de tabiki müze aramamak imkansız. Ama beklentilerinizi karşılayacak ufak müzeler bulunuyor bölgede.
Olde Maat Uus Giethoorn: Buradaki insanların geçim kaynağının tarım ve çiftçilik olduğunu düşürsek gayet güzel ve bilgi verici bir müze. Geçmiş yüzyıllardaki günlük yaşamı ve kullanılan araç gereçleri anlatan tarih kokan bir müze.
Histomobil Giethoorn: Eski arabalara merakınız var ise gidilip görülebilecek bir müze. Ayrıca çeşitli motorsikletler de bu müzede bulunuyor.

Museum de Oude Aarde: Çeşitli taşların ve minerallarin sergilediği Eski Dünya Müzesini de burada bulmanız mümkün.






Yaz’dan bahsetmişken kışın da buraların ayrı bir güzel olacağını düşünüyorum. Her ne mevsimde Hollanda da olursanız olun buraya uğramadan dönmeyin derim ben. Çünkü cennetten bir köşeyi ömrünüzde kaç kere görebilirsiniz ki?